İnsan Doğası ve Etik

Berat Mutluhan Seferoğlu
5 min readApr 30, 2022

Siyasi ve ahlaki tartışmalarda belli bir pozisyonun insan doğasına daha uygun olması nedeniyle ahlaken doğru/tercih edilebilir/daha iyi vesaire olduğu iddiasını sık sık görüyoruz. Bu iddiayı anlamamızın iki yolu var: İlk olarak erdem etiğinin, evrimsel metaetik teorilerinin ve doğal hukukun çeşitli versiyonlarının yaptığı gibi metaetik bir kuram üzerinden bir şeyin insan doğasına uygun olmasıyla iyi olması arasında kavramsal veya ontolojik bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. İkinci olaraksa bir şeyin insan doğasına uygun olmasının o şeyi ahlaken iyi/tercih edilebilir olarak görmek için bize gerekçeler verdiğini söyleyebiliriz. Ben ilk alternatife de meyletmekle beraber ikinci alternatife odaklanacağım bu yazıda.

Başlarken hemen iki eleştiriyi bertaraf edeyim. İnsan doğası ahlaki ve siyasi tartışmalarda gündeme getirildiğinde gelen iki ana eleştiri var. İlk olarak bir şey doğal olduğu için iyidir demek doğalcılık safsatasına düşüyor deniyor. İnsan doğasına uygun olan ama kötü olan bir sürü şey de var halbuki, değil mi? İkinci olaraksa olgu-değer ayrımının ihlal edildiği eleştirisi getiriliyor.

İlk eleştiriyle başlayalım. Bir şeyin insan doğasına uygun olmasının o şeyin iyi olduğu yönünde ahlaki bir gerekçe verdiğini söylemekle insan doğasına uygun olan her şeyin iyi olduğunu söylemek farklı şeyler. İleride insan doğasına uygunlukla nelerin kastedildiğini açarken göreceğimiz üzere bu bağlamda “insan doğasına uygun olmak” sadece o eylemin/kurumun/yaşam tarzının/ideolojinin “insanların yapmaya/benimsemeye eğilimli olmaları” anlamına gelmiyor. İnsan doğasına uygunlukla kastedilen şeyleri açıklığa kavuşturunca bu eleştirinin neden hatalı olduğunu net bir şekilde göreceğiz.

İkinci eleştiriye gelelim. Ben olgu-değer ayrımına dayanan eleştirileri genel olarak makul bulmamaya eğilimliyim ama insan doğasıyla bir şeylerin iyi olması arasında bağlantı kurmanın olgu-değer ayrımını reddetmeyi gerektiğini de düşünmüyorum. Burada olan şey daha çok şu: Belli eylemler/kurumlar/yaşam tarzları insan doğasına uygun olmaları halinde arka planda yatan normatif bir takım varsayımlar nedeniyle iyi oluyorlar. Bu normatif varsayımların kendileri bizatihi olgulara indirgenen şeyler değiller. Örnek: Mutluluğun iyi bir şey olduğunu söyledik diyelim. İnsan doğasına uygunluk bir eylemin/kurumun/yaşam tarzının/ideolojinin insanları mutlu etme ihtimalini artıran bir şeyse bize o eylemi/kurumu/yaşam tarzını tercih etmek için bir neden verebilir. Burada olgudan değere ulaşmaktan ziyade bir takım normatif varsayımları olgularla birleştirerek değer yargılarına ulaşma durumu söz konusu.

Bu noktada iki soru sormamız lazım: İnsan doğası derken neyi kastediyoruz? İnsan doğasına uygunluk derken neyi kastediyoruz. Her ikisine de bakalım.

İnsan doğası hakkındaki özcü görüşleri reddediyorum. En azından insanın bir özü varsa bunun insan doğasını yakalayamayacak kadar sınırlı bir insan doğası tasavvuru sunacağını düşünüyorum. İnsanı potansiyel olarak rasyonel olan ve belli türden bir evrimsel tarihe sahip bir türün üyesi olan bir hayvan olarak tanımlayalım (bu tanımı neden bu şekilde yaptığımı tek tek koşullar üzerinde düşünerek anlayabilirsiniz). İnsanların genel olarak sahip oldukları bir takım eğilim ve yetenekleri de insan doğasının bir parçası olarak kabul etmeli miyiz? Yeterince bilgilendirici bir insan doğası tasavvurunun sadece insanın özünü değil, insanla ilgili istatistiksel bir takım gerçekleri de yakalaması gerektiği makul varsayımından hareketle bu soruya olumsuz yanıt veriyorum. Kabaca bu konudaki görüşüm, insanın bir öze sahip olduğu tezini ona kıyasla daha az problemli bulsam da, Maria Kronfeldner’ın What’s Left of Human Nature?: A Post-Essentialist, Pluralist, and Interactive Account of a Contested Concept kitabındakine yakın olduğunu söyleyebilirim.

İnsan doğasına uygunluk kavramına gelelim. Bu kavramı nasıl anlamalıyız? Ben yola çıkarken herhangi bir aktivitenin, diyelim ki futbol oynamak, belli bir kişiye uygun olduğunu nasıl söyleyebileceğimize bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Futbol oynamanın belli bir kişiye uygun olması yaklaşık olarak şunları gerektiriyor:

  1. Kişi futbol oynamayı seviyor olmalı. En azından nefret etmiyor, futbol yüzünden son kertede mutsuz olmuyor olmalı.
  2. Kişi futbolda yetenekli olmalı. En azından aşırı yeteneksiz olmamalı.
  3. Futbol o kişinin hayat kalitesini genel olarak artırıyor olmalı.

Dolayısıyla futbol o kişinin psikolojisiyle ve kapasiteleriyle doğal bir uyum sağlamalı. Bir aslan için bir zebrayı avlamak nasıl onun doğasına uygun bir aktiviteyse, insan doğasına uygun olan aktiviteler de benzer bir şekilde insanın doğasıyla “doğal bir uyum” sağlamalı.

O halde insan doğasına uygunluğun ne demek olduğuna dair primitif bir kavrayışa ulaşıyoruz:

  1. İnsanların doğal olarak sahip oldukları bir takım yetenek ve eğilimler bir eylemle/kurumla/hayat tarzıyla bağdaşık olmalı.
  2. İnsanların kişisel mutlulukları söz konusu aktiviteden büyük oranda olumlu etkilenmeli.
  3. Söz konusu eylem/kurum/hayat tarzı/ideoloji toplumların refahlarını artırmalı.

Spesifik olarak kurumların/ideolojilerin insan doğasına uygun olmaları için ek bir koşulsa şu: Söz konusu kurum belli bir stabiliteye sahip olmalı. İnsani eğilimleri göz önünde bulundurduğumuz zaman kendi yıkımının tohumlarını içinde taşımamalı. Kaosa sürüklememeli. Yukarıdaki üç koşul ve burada saydığım ek koşul bir şeyin insan doğasına uygun olduğunu söyleyenlerimizin çoğunun örtülü olarak kabul ettikleri koşullar.

İnsan doğasına uygun olmanın ahlaki ve siyasi tartışmalar açısından neden önem arz ettiğini daha iyi anlayabilecek bir konumdayız artık. Burada insan doğasına uygunluğa yaslanan ahlaki argümanları ikiye ayırmamız gerekiyor:

  1. Bir şeyin insan doğasına uygun olması onun muhtemelen iyi olduğunu gösterir.
  2. Bir şeyin insan doğasına uygun olmaması onun muhtemelen kötü olduğunu gösterir.

İnsan doğasına uygun olmanın bir şeyin iyi olduğunu gösterme nedenleri bir eylemin/kurumun/hayat tarzının/ideolojinin insan mutluluğunu artırmaya eğilimli olduğuna işaret etmesi, söz konusu eylemin/kurumun/hayat tarzının/ideolojinin toplumu daha stabil kılması şeklinde özetlenebilir. Aynı zamanda kurumlar ve ideolojiler açısından insan doğasına uygunluk, hayata geçirilebilirliği de muhtemel kılan bir faktör olarak karşımıza çıkar. Diyelim ki bazı ahlaki argümanlar bizi belli bir ideolojiye ulaştırdı ancak insan doğasında yatan bazı temel eğilimler bu ideolojinin hayata geçirilebilirliğinin altını oyuyor. Bu bize o ideolojiyi benimsememek için, sorumluluk yapabilir olmayı gerektirir şeklindeki ahlaki ilkeden dolayı, ahlaki bir neden verir. İnsanların hayata muhtemelen geçiremeyecekleri kurumları hayata geçirme yönünde bir sorumlulukları da, o ideolojiye uygun bir hayat sürdürme yönünde bir sorumlulukları da olamaz.

İnsan doğasına uygunlukla bir şeyin iyi veya tercih edilebilir olması arasındaki bağlantı istisnasız bir bağlantı mı peki? Elbette değil. Doğal insani eğilimler olan kendini başkalarıyla kıyaslama ve statü/güç elde etme eğilimlerini düşünelim. Bunlar insanı haset gibi insanı içten içe kemiren, mutluluğun önünde büyük bir engel olan duyguları besleyebilirler. İnsanı ahlaki olmayan eylemler yapmaya da sevk edebilirler. Dolayısıyla insan doğasına uygun olan eylemlerin/kurumların/hayat tarzlarının/ideolojilerin yalnızca yukarıda saydığım bir takım koşulları sağlamaları halinde ahlaken tercih edilebilir olduklarını söylememiz daha doğru olur. Ek olarak bu koşulları sağlayan ve dolayısıyla önemsediğim anlamda insan doğasıyla uyumlu olan, ancak yine de bağımsız ahlaki nedenlerle ahlaken tercih edilesi olmayan eylemler/kurumlar/hayat tarzları/ideolojiler olabilir. Bunu şimdi bir örnekle açıklayacağım.

Radikal feministlerin patriyarkal düzene yaptıkları eleştirilerin doğru olduğunu ancak patriyarkal düzenin benim söylediğim açılardan insan doğasına uygun olduğunu düşünelim. Bu durumda radikal feministler patriyarkal düzenin ortadan kaldırılmasının muhtemel olmasa da mümkün olması, patriyarkal düzenin içerdiği çeşitli adaletsizliklerin/yanlışların ortadan kaldırılmasının patriyarkal düzenin ortadan kaldırılmasının olumsuz sonuçlarına kıyasla ahlaken daha ciddi gerekçeler vermesi gibi koşulların sağlanması halinde patriyarkal düzenin ortadan kaldırılması veya en azından zayıflatılması gereken bir şey olduğunu iddia edebilirlerdi. Dolayısıyla bazı durumlarda insan doğasına tamamen ters eylemleri/kurumları/hayat tarzlarını/ideolojileri savunmak yönünde yeterli ahlaki gerekçelerimiz olması en azından mümkün.

O halde şu sonuca varıyoruz. İnsan doğasına başvurmak ahlaki ve siyasi tartışmalarda, belli koşulların sağlanması halinde, gayet makul. Ancak insan doğasına uygunlukla bir şeyin iyi olması arasındaki bağlantı da insan doğasına uygun olmamakla bir şeyin kötü olması arasındaki bağlantı da zorunlu bağlantılar değil. Bahsettiğim koşulların sağlandığı durumlarda insan doğası argümanları başarılı ancak sağlanmaması halinde bu argümanlar başarısız olabiliyor. Son olarak bazı durumlarda insan doğasına dayanan argümanlar kendi başlarına başarılı olsalar bile bağımsız ahlaki gerekçeler onlara ağır bastığı zaman son kertede başarısız olabiliyorlar.

--

--

Berat Mutluhan Seferoğlu

26, Ankara. Bilkent Felsefe, Öncül Analitik Felsefe Dergisi, Felsefe Kanalı. İlgi alanlarım: Felsefe, evrimsel psikoloji, metal müzik, PC oyunları